9 Haziran 2015 Salı

Hiç Öylere Şeylere Geldim


Haziran 2015'teyiz ve şu tarihe göre 21 yaşımdayım. 21'ime kadar birazcık bazı adamları sevdim, bazı adamlar da beni sevdi. Bazen karşılıklı sevdik, bazen de karşımızdakinin öyle düşünmesini sağlarken biz öyle düşündük. Bazılarının yaşı çok büyüktü, bazılarının saçı yoktu belki bazı zamanlar, bazıları da zaten yüzlerinde boyalarla savaştalardı. Soluklanmak için durmuşlardı. Bazıları baya komple yoktu, bazıları da olmak istiyorlarken olamadılar. Böyle böyle sonsuzluk bu.

Bazen çenelerini ısırdım, bazen kucaklarında ağladim, saçlarımı ördüler bazen, bazen saatlerce konuşmadan oturduk, bazen yeni erkek arkadaşımdan, bazen eskisinden bahsettim. Böyle böyle bu da sonsuzluk.

Sabun aldım giderken, yemek yaptım, ütü yaptım, iyileştirdim, saatlerce yol gittim, saatlerce yol geldim, hiç düşünmeden binlerce kilometre uzağa gitmeyi göze aldım. Hep hayatımın merkezine koydum, hep mutlu etme odaklı yaşadım. Bu daha değişik bir sonsuzluk.

Sonra hep olmadı zaten, sonra hep gittiler. Beyoğlu'nda, en sevdigim barda buluştuk, ağladık, arkadaş gibiydik zaten dedik, sarıldık, sokağın başına kadar gittik, geri dönüp tekrar öptük sonra. Arkadaş gibiydik ya. Ya da küçükken ben kocamandı O ya, sesi güzeldi, cesurdu, omzunda taşıyordu bazen yururken, sonra yaşımı unuttu, istekleri bambaşkaydı. Ya da buluşalım dedim, işi vardı mesela, sonra karşılaşana kadar haberimiz olmadı birbirimizden. Ya da güzel zaman geçirdik, hayallerimdeki adamdı, gözleri çok güzeldi, Totoro'ya sarılıyormuş gibi hissediyordum, kavram kargaşası yaşadık. Bu hiç sonsuz değil.

Özledim, kıyas yaptım, pişman oldum, ağladım, çok özledim, unuttum. Unutunca aklıma geldi, hepsini sevmeye çalışırken, beni sevsinler diye uğraşırken yorulmuşum. Bu da yakın sonsuz.




24 Mart 2015 Salı

Aile kutsaldır ama kimseye güvenilmez.

Babamla evli olduğumu sanarak büyüdüm. Küçümsenecek bi zaman değil, hayatıma ilk kez biri girene kadar yaklaşık olarak böyleydi bu durum.
Annem evimizde üçüncü bir şahıstı benim gözümde, evde olma nedeni yemek yapmak falandı sanki. Sonra kardeşim oldu, yavaştan ayıktım durumu, babam benim değildi hatta babamı artık 3'e bölecektik.

Annemi hiç babam kadar sevmedim ben, ama sevmek için şans vermemişim; nasıl pişmanım.


Hani bi adama yıllarını verirsin de sonra bakarsın o adam aslında dünyalar şerefsizi falan ya, bir de o adamın baban olduğunu düşün. Kocanı, sevgilini, arkadaşlarını falan hep silebilirsin, bıraktıkları yaralar ne kadar derin de olsa bir yolunu bulup üstesinden gelirsin ama baban olunca söz konusu tsunami etkisi yaratıyor bünyede.

O aşık olduğunuz, evcilik oynarken kocan kim diye sorulduğunda babanızın adını söylediğiniz, hatta küçük oyunlarınızda çocuklarınızın adını bile onun adı koyduğunuz, o küçücük ellerinizle istediği her şeyi yapabilmek için uğraştığınız adam, babanız; bir gün uzaklardan eve dönersiniz çok uzun zaman sonra ve bakarsınız ki aynı değil. Anneniz başka bakıyordur, kardeşiniz sessizleşmiştir. Sanki ortak bir karar alınmış ve "Buse'ye söylemeyelim" denmiştir. Ama tabi evden elektrik hattı geçiyormuşçasına bir gerilim sayesinde bu anlaşma açığa çıkar. Sonra bakmışsın ki karşında oturan Baba Kök değil, öyle biri. Sokakta yürürken tesadüf ya cebinde sizin evinizin anahtarı olan falan bi adam. Sonra işte yavaş yavaş The Wall konserindeki gibi bi duvar yükselir ki sadece o duvar olsa yine iyi, bir de lazer tutup gizlenen bir piç kurusu. O adam o kadar küçülmüştür ki artık, gözlerini bile göremezsin. Ya da hasbelkader utanmıştır belki, bakamıyordur. Ama bilemezsin çünkü sen o adamı tanımıyorsun. Tanımak için uğraşmazsın çünkü 20 yılını verip tanıyamamışsındır zaten, bi 20 yıl daha heba etmek aptallık olur. Olmaz mı?

Olaya bulaşmışsın ya artık, sen de düğümün içindesin. Susamazsın, elin ayağın falan böyle nereye koyacağını bilemediğin şeyler olur ama en çok dilin. Dilinle kırbaçlarsın ama yetmez. Belki utanıyordur demiştin ya, yok canım ya ne münasebet! Cevap verir çünkü.

"Aile kutsaldır."
Yıllarca bu zırvayı duymuşsundur, benimsemişsindir. Aile kutsaldır çünkü. Sonra o kutsalın da senin için en kutsal olan parçası bakarsın ailenin tam ortasında sıçmış, ama ne sıçış. Bakarsın o bokun üzerinden sözümona 11 yıl geçmiş, bu sefer sıvıyor. "Koçum be" dersin, helal olsun sana be.


Milyon tane şey yaşanır yine, çok daha kötü şeyler duyarsın zaman geçtikçe. Babandan iyice nefret edersin ama bi gün karşında ağlar, onun yaşadıkları da kolay değil ya. İkinci kez babanın ağladığı görürsün, canın nasıl yanar. Ama nefret ediyosun ya, gururlusun ya hani içinden gelmez sarılmak. Sonra belki rüyanda sarılırsın ama, koku hafızan neyse ki çok iyi. Hiç unutmazsın kokusunu.

Her şey olur, ama artık ipler kopmuştur. Bakarsın ki baban eşyalarını toplamış, elinde kocaman bir bavul. Evin anahtarını sana verir, bir şey demez. Kardeşinle sana son kezmiş gibi sarılır. Ağlayamazsın çünkü kardeşin üzülmemeli. Sonra baban gider, kendini 12 yaşında bir çocukla tek başına kalmış bulursun. Belki annen gelir.

19 yaşıma kadar böyle şeyler çok uzak gelirdi. O kadar uzak ki hani ben Venüs'tüm, bunlar Mars. Arada kocaman Dünya vardır. Ama teknoloji gelişti, NASA baya iyi çalışıyor. Venüs'ten Mars'a gitmek imkansız değil.




"Babalarıyla sorunları olan kızlar yoktur, kızlarıyla sorunları olan babalar vardır."

19 Nisan 2014 Cumartesi

Kadın ve Yönetmek

Türkiye'de çok büyük bazı problemlerden iki tanesi; kadın ve yönetmek. Bir de ikisinin aynı anda, aynı cümlede kullanıldığı bir problem var ki, işte kolları sıvadım biraz eyyorlicam o konuda.

Türkiye'de aileyi yöneten kişi baba gibi görünür genelde. Ailenin finans durumu babaya bağlıdır çünkü kadının çalışması yakın bi geleceğe kadar çok da normal bir durum değildi. Parası olan düdüğü öttürdüğü için de evde babanın borusu öterdi. Çocuklar daha çok babadan korkardı, hatta iletişim kuramazdı falan. Bunlar hep görünen kısım aslında.
Şu anki yönetim sistemiyle tanımladığım aileleri benzetmeye çalışırsak şöyle olur: Baba başbakan, anne cumhurbaşkanı.

Kadının yönetme, yönettiğini gösterme arzusu o kadar bastırılmış ki, o da bu enerjisini çocuğunun kuracağı yuvayı yönetmeyi hayal ederek yaşatmaya çalışıyo. Bu sistemin nasıl işlediğini bildiği için de bilinçli ya da bilinçsiz bi şekilde daha çok erkek çocuk isteyip, o çocuğun evliliğini/birlikteliğini sikmeye kararlı ve kocaman bi adım atmış oluyo.

Önce çocuğumuz doğuruyoruz, sonra pipisi var mı diye bakıyoruz. Varsa iyi haber, gelecekte yönetebileceğiniz bir ev demek bu. Sonra o çocuğu mümkün olduğunca kendine yetemeyecek şekilde, annesine muhtaç yetiştiriyoruz. Kıvamına geldiğinde anlarsınız zaten.

İşte sonra o kadın ne oluyo biliyo musun, çocuğunun üniversite tercih rehberini doldurup hamamda oğluna kız beğenmenin hayalini kuruyo.

Ya aslında şimdi bunları boşuna okudunuz çünkü ben anlatırken de yazarken de çok dağılıyorum. Ama size gerçekten neden bahsettiğimi anlayabilmeniz için Seda Sayan'ın şu kaynanalı gelinli programını bi izleyin derim. Muhtemelen hemen her şey senaryo ama yine de mükemmel bi özet.

Eyyorlamam bitti, teşekkür ederim.

3 Mart 2014 Pazartesi

0 Km

Yaklaşık 6 ay önce çeşitli umutsuzluklar sonucu bir çok insanın benden beklemediği bir kararla tercih listeme bir çok Anadolu şehrini yazdım. Bu şehirlerden biri de Gaziantep'ti. Bir kaç yıl evvel gelmiştim fakat sadece 2 gün geçirmiştim, çok da gezmeye fırsat olmamıştı.

Hakkında sadece iki kelime bildiğim bi şehire yerleştim ve bi şekilde koşturmaca başladı. Kayıt yaptırmak için günübirlik, tek başıma gidene kadar pek de farkında değildim hiçbir şeyin. Sabah 6'da uçağa binip gittim, daha Sonra Havaş'la okula gittim. O an elinde bavulla SENİ YENİCEM İSTANBUL diyen adam gibi gözüküyordum muhtemelen. Tek fark benim küçük bi sırt çantam vardı.

Önce okulun kapısını, giren çıkan insanları falan süzdüm bi süre. Ne yapıcağıma karar vermem gerekiyodu. Kalacak bir yer bulabilmek ve kayıt yaptırmam gerekiyordu. Önce kaydımı yaptırdım, işim 9:30 gibi bitti. Sonra okuldan çıkıp kendime wi-fi'ını kullanabileceğim bir cafe buldum. Oturup ev fiyatları falan incelerken oturduğum yerdeki insanlar sağolsunlar telaşlı halimi görüp yardım ettiler. Kalabileceğim yerlerin isimlerini, iletişim bilgilerini verdiler. Yalnız yaşayabilecek bir insan değilim, o yüzden ev olayı baya sıkıntıydı. Ki fiyatlar da beklediğimden çok daha yüksek olunca o ihtimali sildim ve yurtlara bakmaya başladım. Daha sonra otel konseptinde bir yurt buldum, hala orada kalıyorum. Akşam her şeyi halledip İstanbul'a döndüm. Her şey o andan sonra başladı.

Artık 19 yıldır sürdürdüğüm her akşam çorba içtiğim, istediğim zaman 1 saat içinde buluşabildiğim insanların olduğu, en önemlisi de sarılabileceğim bir çok insanın olduğu hayatıma veda etmem için yaklaşık  10 gün zamanım vardı. Veda etmem gereken yüzlerce insan vardı ama sanırım 20 kişiye falan veda edebildim. Bi yerden sonra gerçekten çok zor. Çünkü yalnız değilsem ağlamaktan nefret ediyorum.

Yazın ailemin yaşadığı ve hala kurtulamadığımız ciddi bir problem vardı ve bu yüzden ailemden uzaklaşmak her şeyden çok daha zordu. Yapı olarak herhangi bir şeyi özleyen biri değilim, ama şu an farkındayım ki özleyebileceğim birilerinin olması baya insanı umutlu biri yapıyor. Eve dönücem ve herkese sarılıcam, o zaman bunlar hep geçicek falan diyosun.

Neyse işte, herkesle bi şekilde vedalaşıp yola düştüm. Sanırım hayatımın en anlamlı duygusallığını yaşadığım 1,5 saatlik yolculuktan sonra gerçek anlamda sıfır kilometre bi hayata başlamıştım. Hala bir çok şey zor değildi çünkü annem yanımdaydı. Ben dersteyken annemin defterime bıraktığı inanılmaz duygusal mektupla start çizgisinden öteye bi adım attığımı fark ettim.

Çok kolay insanlara alışabilen biri değilim, fakat oda arkadaşı konusunda inanılmaz şanslıydım. Benim gibi uyumsuz birine uyabilen bir insan çıktı ve gerçekten burada başlangıçta en büyük şansım buydu. Burada sahip olduğum tek insandı, ki kısmen hala öyle.

Hayatımda zaten olan insanlara o kadar güveniyordum ki, burada kimseye ihtiyacım olmadığı düşüncesiyle yeni kimseyle tanışmama kararı vermiştim. Bazı ilişkilerin sağlıklı yürümesi için bunu yapmam gerekiyordu en azından. Sonra bir şekilde o insanlar hayatımda pozisyonlarını değiştirince hiç bilmediğim bir yerde, hiç kimseyi tanımayan ve tekrar start çizgisinin gerisine düşmüş bi insan haline geri geldim.

İstanbul'da vakit ayıramadığım için aylardır görüşemediğim bir sürü insan varken, burada hafta sonlarından nefret eden birine dönüştüm. Beraber bir şeyler yapmak isteyebileceğim kimse yoktu. Tek başına yaşamayı öğreniyorum falan diye düşündüm hatta. Ama öyle bir şey yok, boşuna kendinizi kandırmayın.

Sonuç olarak, hayatınızı tamamen değiştirecek bir karar almadan önce gerçekten buna hazır olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama emin olmadan böyle ani kararlar vermeyin. Her şeyi tartın, ölçün, biçin. Ama anı da yaşayın. Bir şekilde ortasını tutturun. Bir de annenizin yaptığı taze fasulyeyi yiyin, kediniz/köpeğinizle zaman geçirin, kardeşinizin kokusunu unutamicağınız kadar çok çekin, babanızla olabildiğince çok konuşun, arkadaşlarınızla kucaklaşın, sevgilinizle hala beraberken sevişin.